Meksika-Guatemala

Mezoamrika’ya Yolculuk Meksika-Guatemala Seyahati 27 Kasım - 10 Aralık 2023

 

Oasis’in tarihinde düzenlediği en uzun seyahat, Orta Amerika ülkelerinden Meksika ve Guatemala’ya oldu. Bir yıldan fazladır süren organizasyon çalışmaları sonunda 27 Kasım sabaha karşı 2.25’te İstanbul’dan havalanan THY’nin 181 sefer sayılı uçağı ile başlamış oldu.  Uzun ve yorucu bir seyahat olacağı daha planlama aşamasında belliydi. Ancak bu iki gizemli ülkenin zengin kültürel ve doğal mirasını keşfetmenin başka da bir yolu yoktu. Bu nedenle, Meksika’daki yerel acentemizin önerdiği tur programında herhangi bir değişikliğe gitmeyi göze alamadım. 

 

Seyahatimiz Mexico City ( 2 gece) San Cristobal de Las Casas ( 2 gece) Guetmala’da Quetzaltenango (1 gece), Panajachel (1 gece),Antigua (1 gece), Flores (1 gece), tekrar Meksika’ya geçip Canacun ( 1 gece), Valladolid ( 1 gece) ve son olarak Playa del Carmen (2 gece)  toplamda 12 gece 9 otelde konaklamak ve 3 uçuş yapmak üzere planlandı. Seyahat yoldaşlarımız daha programı okurken yorulmaya başlamıştır diye tahmin ediyordum. Ancak tabii farklı renkler ve kültürleri görecek olmanın heyecanı ile yolculuğa son derece yüksek bir enerjiyle başlamış oldular.



Yaklaşık 14,5 saatlik direk bir uçuştan sonra Meksiko City’ye yerel saatle sabah 8.15’te vardık. Meksika’ya giriş yaparken Türk vatandaşları için geçerli bir Schengen veya ABD vizesi olanlar sorunsuz bir şekilde pasaport polisinden geçebiliyor. Bu vizelere sahip olmayanlar için online vize başvurusuyla herhangi bir ücret ödemeden basit form doldurarak vize alınabiliyor. Vizeyi telefonunuzdan bile göstermeniz yetiyor.

Meksika’nın kış mevsimi başlamış olmasına rağmen, gündüzleri çok sıcak, akşamları ise deniz seviyesinden 2250 mt yükseklik  nedeniyle serin olacağından sırt çantalarımızı gardırop gibi kullanmak üzere düzenledik. Uçak inişe geçtiğinde kalın giysiler çantaya, akşam yemeğe çıkarken tekrar üzerimize… Karayip kıyılarına varana kadar seyahatin ilk 9 günü bu şekilde ‘Lahana formatında’ geçti.

Varışta grubumuzu güleryüzlü rehberimiz Lizbeth karşılıyor ve doğrudan Mexico City’nin 50 Km kuzeyinde yer alan Meksika Vadisinin en önemli ve en büyük antik kenti Teotihuacana hareket ediyoruz. Ben bir yandan rehberimiz Liz’in anlattıklarını mikrofondan gruba aktarıyorum, bir yandan da endişeyle  kaç kişi uyumadan bizi dinliyor diye arkaya göz atıyorum. Ancak maşallah grupta hiç fire yok, hepsi can kulağıyla bizi dinliyor ve hatta bolca sorular soruyorlar. 

 

Teotihuacan

 

Teotihuacan, Meksika Eyaleti içinde yer alan bir ören yeri, geçmişi Mezoamerika’ya ilk yerleşen Olmek ve Tolteklere kadar uzanan, en parlak dönemini MÖ 2. yüzyıl ile MS 7.yüzyılda yaşamış bir kent. Sonra bilinmeyen bir nedenle terk edilmiş ve sönümlenmiş bir uygarlık. 14.yüzyılda Azteklerin tarih sahnesine çıkmasıyla yeniden keşfedilmiş ancak nedense Aztekler buradaki kurucu tanrıları  Quetzalcoatl adanmış Ay ve Güneş piramitleri ile diğer tapınakları atalarının ve tanrılarının mezarı sanarak saygı gereği buraya yerleşmek yerine buradaki tapınakları kopyalayarak kendi başkentleri Tenochtitlan’a yapmışlar. 

 

Meksika hükümeti pandemiden itibaren artık ülkedeki tüm piramitlere tırmanmayı yasaklamış. Hem arkeolojik mirasın korunması açısından hem de bizim gibi orta yaşı geçmiş gezginlerin o sıcakta ‘ Oraya kadar gelmişken çıkmasan olmaz’ zorunluluğundan kurtarması bakımından hayırlı olmuş.

 

Akşam üzeri Historic Center’da yer alan ve aynı adı taşıyan hip otelimize yerleşiyoruz. Mexico City’nin ünlü Zocalo meydanına birkaç adım mesafede yer alan otelimizden herkes memnun. Akşam dinlenmeden herkes kendini dışarı atıyor, önce yaya yolundan Zocala’ya yürüyüp yerlilerin müzik ve dans gösterisini izliyoruz, daha sonra yakınlardaki Cafe Opera’da ilk Tekillalarımıız yudumlamak için soluklanıyoruz.

 

28 Kasım Salı

 

Sabah 8.00’de Kahvaltımız bitmiş bir şekilde tüm grup Mexico City’i keşfetmeye hazır bir şekilde otobüsümüzün başında bekliyor. İlk durağımız Meksika’nın tüm Mezoamerika uygarlıklarını sergileyen ve mimarisi ile de dikkati çeken Antropoloji Müzesi. Normal şartlarda neredeyse tam gün sürecek ziyaretimizi sadece Amerika’ya ulaşan ilk kavimleri anlatan bölüm ile Aztek ve Maya kültürlerini kapsayan bölümleri gezerek tamamlıyoruz. Müzenin tabii en ilgi çekici yeri de Meksika’da görebileceğimiz en zengin ve kaliteli ürünlerin sergilendiği hediyelik mağazası. Kısa bir mola ile ilk alışverişler yapılarak görev tamamlanmış oluyor.

 

Aztekler

 

Sonrasında İstanbul’un Sultanahmet meydanına benzer tarihi mirasının yer aldığı Zocalo meydanı, burada rehberimizi Liz bizi İspanya Büyükelçiliği binasının bodrum katında restorasyon çalışmaları sırasında ortaya çıkmış kalıntıları göstermek için özel izinle binayı gezdiriyor ve orada Azteklerin ayak izlerini görebiliyoruz. Daha sonra Azteklerin başkenti Tenochtitlan’ın kalıntılarının olduğu Plaza Mayor’u görüyoruz.

Sömürge öncesi dönemde Aztekler 14 ve 16. yüzyıllar arasında tarih sahnesinde önemli bir uygarlık kurmuş 1521 yılında İspanyolların gelişi ile egemenliğini kaybetmiş çok önemli bir kavim. Önceleri şehir devletleri olarak varlık gösterirken bugünkü Meksiko City’nin yer aldığı konumda bulunan bir gölün üzerindeki adada bir kayanın üzerinde bulunan kaktüse konmuş kartalı kurucu tanrıları Quetzalcoatl olarak algılayarak  kentlerini bu adada kurmaya karar vermişler. Daha sonra komşu kentlerle ticaret ve savaşlar yoluyla bir şekilde ittifaka gidip güçlü imparatorluklarını kurarak tüm Mezoamarika’yı kapsayan egemenliklerini yaratmışlar.

1521’de Vera Cruz’da kıtaya ayak basan ünlü İspanyol komutan Hernan Cortez dönemin Kralı Motecuhzuma tarafından kente  misafir edildikten sonra tam bir ‘hile ve hurda’ yöntemi ile kenti ele geçiriyor. Böylece üç yüzyıl sürecek sömürge dönemi başlıyor. Sonrası gerek Aztekler gerek Mayalar için tam bir kan, ter ve gözyaşı şeklinde 1821’e kadar sürüyor.

Tenochtitlan’ın şüphesiz en etkileyici yeri bir duvar üzerine dizilmiş, savaşlarda esir edilmiş ve daha sonra dini törenlerde tanrılara hediye edilmiş kurbanların kafatasları oldu. Aztekler de aynı Mayalar gibi savaşta düşmanlarını öldürmek yerine tutsak edip, sonrasında kurban etmeyi yaşam döngülerinin en önemli olayı olarak yorumlamışlar ve Tanrılarına ne kadar çok kurban verirlerse karşılığında o kadar bereket ve refaha kavuşacaklarını düşünmüşler. Kurban kanı, tarım için toprağın sulanmasıyla eşdeğerde denilebilir. Öyle ki ilk kuruluş öykülerinde dahi Tanrılardan üç tanesi gönüllü olarak kendilerini ateşe atarak kendi kendilerini kurban etmişler.

 

Zocalo meydanındaki turumuzda eksik kalan tek önemli bina Ulusal Saray binası oluyor maalesef. Meksika hükümeti bu kez bizim gibi gezginler için hayırsız bir karar alıp, Ulusal Sarayı Başkanlık Sarayına çevirdikten sonra ziyaretçilerin içeri girmesini yasaklamış. Böylece ünlü sanatçı Diego Rivera’nın Meksika tarihini anlatan duvar resimlerini görmekten mahrum kalarak ayrılıyoruz Zocalo’dan.

 

Frida Kahlo

 

Öğle yemeğimizi meydana yakın bir lokantada aldıktan sonra bu kez Meksika’nın çok önemli bir sanatçısı, aktivist, sosyalist,  kadın hakları savunucusu Frida Kahlo’nun Mavi Evi olarak anılan müzesini ziyaret etmek için Coyoacan semtine gidiyoruz. Meksiko City’nin trafiği İstanbul’u aratacak kadar beter. Taksim - Levent kadar bir mesafede yer alan Coyoacan ancak bir saatte varıyoruz. Frida’nın 1957 yılında  ölümünden sonra fırtınalı bir ilişkisi olan kocası, sevgilisi, politik ve can yoldaşı Diego Rivera'nın girişimiyle Kahlo ailesinin evi ve yanındaki Diego’nun sonradan satın aldığı evlerin müze olarak düzenlendiği Casa Azul ( Mavi Ev ) de Frida ve ailesine ait eşyalar, resimler, yetiştiği kültürün renklerini yansıtan giysileri, sanatçının yaptığı işler, kaza geçirdikten sonra uzunca süre ızdırap içinde bağlı kaldığı aynalı yatağı ve Diego ile birlikte topladıkları Mezoamerikan uygarlıklarına ait tarihi objeler sergileniyor.

Müze gezimizden sonra kolonyal mimarili Cayaoacan’ın çeşitli cafe ve barlarının  olduğu meydana yürüyüp,  birer margarita ile günün yorgunluğunu atıyoruz.

 

Akşam yemeğimizi Zocalo Meydanına bakan tarihi Majestik Otelde alıyoruz.

 

29 Kasım

 

Bugün artık Mexico City’den ayrılıp, Meksika’nın güneyine ineceğiz. Sabah 04.00’te otelden ayrılıp, Mexico City havaalanına transfer oluyoruz.  Meksika Havayolları'nın uçağıyla sabah 6.55’te havalanıp, 08.05’te Mayaların bölgesi, Chiapas eyaletinin başkenti Tuxla Guiterez’e iniyoruz. Havadan Meksika vadisinin yanar dağlarını, ovalarını, göllerini görmek çok keyifli.  Minik havaalanına varışta bizi yeni otobüsümüz ve şoförümüz Javier Escobar karşılıyor. Sürücünün adını duyunca otobüsten ürpertili bir eda yayılıyor. Kıvrak zekalı rehberimiz Liz, hepimizin sürücümüzden dolayı güvenlik içinde olacağımızı, Kartelin Escobar ile akrabalığı nedeniyle bize dokunamayacağını belirtiyor. Herkesten bir kahkaha yayılıyor bu kez. Tuxla-Gutierrez Chiapas eyaletinin başkenti. Daha çok tarımla geçiniyor. Ancak bölgenin önemi buradaki uranyum yataklarından geliyor. O nedenle Guatemala ile Meksika arasında bağımsızlık sonrasında sahiplik çekişmesine sahip olmuş bir eyalet. Doğal madenler, tarım ve son yıllarda gelişen turizme rağmen refah düzeyi en az gelişmiş bir eyalet. 





Sumidero Kanyonu

 

Eyaletin son zamanlarda artan turizm gelirleri, birazdan gezeceğimiz etkileyici Sumidero kanyonu, zengin endemik florası ve faunası yanında  yoğun Maya nüfusunda dolayı kültürel mirasından geliyor.  Önemli fakat az bilinen Palenque Maya tapınağı bu eyalette bulunuyor. Ancak ulaşım zorluğu nedeniyle programımıza dahil değil. Modern başkent Tuxla Guiterez’de görmeye değecek bir şey olmadığı için doğrudan Sumıdera Kanyonuna gidiyoruz. Otobüsümüz dar bir vadide, yüksek bir köprüden geçerken aşağıya bakınca yüreğimiz ağzımıza geliyor. Birazdan aşağıda köprü yakınındaki iskelede can yeleklerimizi giyip, sürat motorlarıyla kanyonun içlerine dalıyoruz. Nehrin iki yakasında önce balıkçıl kuşları, daha sonra iguanalar ve nihayet timsahlar doğal ortamlarında ziyaretçilerini kaygısız bakışlarla izliyorlar.

Biz ise gördüğümüz her yaratığın önünde büyük bir heyecanla telefonlarımıza sarılıp ardı ardına fotograflar çekiyoruz. Kanyon şimdiye kadar gezdiklerim içinde en etkileyici olanı, sadece jeolojik yapısı ile değil aynı zamanda çok zengin endemik bitki örtüsü yanında, hayvan çeşitliliği ve aynı zamanda tarihi mirasa da sahip. Nitekim kanyonun en dar yerinde kuzey yakasındaki dağlar 1000 mt yüksekliğe erişiyor ve rehberimizden Mayaların sömürgeci İspanyollara karşı sürdürdüğü var olma mücadelesi sırasında teslim olmaktansa kendilerini bu yükseklikten aşağıya attıklarını dinliyoruz. Daha da ileride bu kez çok yoğun ağaçların dallarında birbirleriyle dans Örümcek Maymunları adeta bize bir akrobasi şenliği yaşatıyor. Kanyonun güney yakasında yer alan bir mağarada ise burada yaşayan yerli Katolik balıkçıların bereket ve emniyet için dua ettiği Meksika’nın ünlü Guadalupe Bakiresi ikonu bulunuyor.

Yaklaşık 1 saat süren tekne yolculuğunun sonunda kayaların arasından yükselmiş ve nehre doğru dalga dalga inen ve  Noel Ağacı olarak anılan bir tür çam ağacının oluşturduğu görüntüyü  hayretler içinde fotoğraflayıp, iskeleye doğru dönüşe geçiyoruz.

 

Meksika’da Yemekler

 

Öğle yemeği için uğradığımız Chiapa de Corso kasabası, sıradan kolonyal bir yerleşim. Meydanda en dikkat çekici eser, kolonyal dönemde dikilmiş, İspanyol Kraliyet tacını temsil eden anıt. Önünde adettendir  bir grup resmi çektirip, kolonyal mimarili lokantamızın avlusunda keyifli bir öğle yemeği alıyoruz. Tabii burada da yemekten ziyade margarita - tequila arasında bir yarışmadır gidiyor. Meksika kırsalında öğle yemeklerinde maalesef çok fazla bir seçenek yok. Ülkede en çok tüketilen et çeşidi tavuk ve domuz. Bu tür küçük yerleşim birimlerinde de aldığımız yemekler tamamen yerel ve geleneksel lezzetler olarak bizlere çok fazla gastronomik bir haz vermedi diyebilirim.

 

Yemek sonrasında iki gece konaklayacağımız Chiapas eyaletinin tarihi başkenti San Cristobal de Las Casas’a varıp, mütevazi fakat kişilikli mimarisi ile bizi cezbeden otelimiz Mansion del Valle’ye yerleşiyoruz. Akşam yemeği öncesi grubumuz kısa bir yürüyüş mesafesindeki tarihi meydana gidiyor. Doğal çekime kapılıp, hemen sevimli bir barda margaritalarını yudumluyor. Tabii meydan yaklaşan 12 Aralık Guadalupe Bakiresi günü nedeniyle çatapatlar eşliğinde çoluk çocuk tüm ailelerin buluştuğu canlı müzik eşliğinde danslarına sahne oluyor.

 

30 Kasım

 

San Cristobal de Las Casas adı kentin koruyucu azizi Christoph  ve Sömürge döneminde yerel nüfusa Hristiyanlığın etik ve moral değerlerini aktarma konusunda büyük emek vermiş tarihçi, düşünür, aktivist Dominiken tarikatına bağlı din adamı  Bartolomeo de Las Casas’tan geliyor. Sabah erkenden bu sevimli kentin parke taşlı sokaklarından yürüyüp, kırmızı kiremitli tek katlı evlerini, kentin tarihi doğu-batı kapılarını, klasik İspanyol barok tarzında inşa edilmiş Santo Domingo katedrali, restorasyonda olan Belediye binası ve ana meydanı görüp, Doğu Kapısının hemen dışında yer alan eski bir manastırın dingin iç avlusunda fotoğraf molası veriyoruz., Chiapas Eyaletinin önemli tarımsal ürünü Kakao Fabrikasının satış yerinde bir tadım molası verip,  memlekete götürülmek üzere kakao ikmalini tamamlıyoruz. Kentin son durağı amber ve el sanatları çarşısı. Kentte daha önce söylemeyi unuttuğum bir de Kehribar Müzesi var. Kehribar bu bölgede çıkarılan önemli yarı-değerli taşlarından.

 

Maya Köyleri Zinacantan ve Chamula

 

Daha sonra öğle yemeği ve Maya kadınlarının geleneksel kumaş dokumalarını görmek üzere yakınlardaki Maya köyü Zinacantan’a gidiyoruz. Yol boyu yoğun orman örtüsü, kahve plantasyonları ve araya serpiştirilmiş mısır tarlaları kıvrımlı yolda bize eşlik ediyor.

Köye varışımızda bir bariyer bizi karşılıyor. Liz otobüsten inip, girişte küçük kulübede köye giriş ücreti ödüyor. Mayalar ‘Bizim yerel yaşam ve kültürümüze tanıklık etmek isterseniz, parasını ödersiniz’ diyorlar. Biz de gönül rahatlığıyla bedelini ödüyoruz.

Köy estetik olarak çok korunmuş bir görüntüye sahip olmamakla birlikte temizliği hepimizi etkiliyor. Küçük çocuklar etrafımızı sarıp, nereye gitmek istediğimizi soruyor. Rehberimiz ev sahibinin adını verince, bize gönüllü kılavuzluk yapıp, eve kadar götürüyorlar. Tabii bahşişi de kapıyorlar. Misafir olduğumuz ev aynı zamanda bir dokuma atölyesi, geleneksel rengarenk Hupill şallarının dokumaları bizi karşılıyor. Tipik bir Maya evinin mutfağından Tortillalar eşliğinde yine tavuk yemeğimizi yiyip, evde hazırlanmış tekilla ve mescilalarımızı yudumluyoruz. Tabii yemek sonrası satışa sundukları dokumlaradan alışveriş yapıp köyden ayrılıyoruz.

Bundan sonraki durağımız yine bir Maya köyü Chamula. 

 

Chamula’nın üst tarafında otobüsümüzü park edip, köyün eski Maya mezarlığını fotoğraflıyoruz. Köyde hiç bir şekilde fotoğraf çekilmesine izin verilmediği için tek resim çekebileceğimiz yer burası. Köyün yerlileri Tzotzil halkı son derece gururlu ve geleneklerine bağlı bir halk.. Burada bulunan Saint Juan Kilisesini gezip, içeride geleneksel Şamanik Maya ritüelleri ile Katolik ibadetini birlikte yerine getiren bir cemaatin varlığı hepimizi çok etkiliyor. İçeride kesif bir tütsü ve mum dumanı içinde, yere oturmuş, aileler hep birlikte  tekillalarını ve Cola’larını içip, kendi dillerinde mırıldanarak dualarını yapıyorlar.  Chamula aynı zamanda 1910 -1926 yılları arasındaki Meksika Devriminin populist solcu  Zapatista liderlerine büyük bir saygı duyuyor. Chiapas eyaletinde Meksika’daki neoliberal politikalara karşı burada büyük bir direniş başlamış ve 1970’lerden 1990’lara kadar süren bu direniş Chiapas’ta San Cristobal başta olmak üzere pek çok yerleşim biriminde EZLN ( Devrimci Halkçı Kurtuluş) örgütü gerillaları eyalette özerklik ilan etmişler. 1996’da Ruiz adlı yerel halk arasında saygı gören bir Piskoposun arabuluculuğu ile direniş sona ermiş.  

Kilise ziyaretimizi tamamlayıp, akşam üzeri San Cristobal de Las Casas’a geri dönüyoruz. Tabii grubumuz hemen kent meydanında bir gün önceki keşfettiği ve margaritalarından çok memnun kaldığı bara akın edip, kentteki son geceyi tamamlıyor.



01 Aralık 



Bugün uzun bir yolculuktan sonra Guatemala’ya geçeceğiz. Meksika’nın güneyinde Mesila sınır kentine kadar yaklaşık bir 3,5 saatlik yolculuğumuz var. Giderek ülkenin daha az gelişmiş bölgelerinden geçeceğimiz için yolda öğle yemeği alacak düzgün bir lokanta bulma ihtimalimiz yok. O nedenle otelden bizim için hazırladıkları kumanyalarımızı alıp, yola çıkıyoruz. Yol boyu izlediğimiz manzara tam bir Maya coğrafyasından örnekler sunuyor. Ormanlık ve dağlık bölgeler, küçük, estetik yoksunu köyler… Öğle yemeği dağıtımı ve tuvalet için mola verdiğimiz benzin istasyonunda sandviçlerimizi yerken, otobüsümüze yaklaşan küçük bir erkek çocuğu sepetinden bizlere hediyelik kalem satmaya çalışırken yediğimiz sandviçlere öyle bir bakıyor ki, sandviçler boğazımızda tıkanıyor. Tabii hepimiz yenmemiş sandviç ve meyve sularını çocuğa vermeye başlıyoruz. Bunu gören annesi ve kız kardeşleri de kopup yanımıza koşuyorlar. Kalan ne varsa onları da kendilerine veriyoruz. Büyük bir mutlulukla bize el sallayarak yanımızdan ayrılıyorlar.

 

Sınırda bizi bekleyen sürpriz

 

Meksika’nın Guatemala sınır kenti La Messila sınır kapısı, dağın başında küçük ve son derece ilkel bir kapı. Öyle ki otobüsümüz bizi park yeri olmadığı için yaklaşık bir 500 metre önceden indirip, valizlerimizle sınıra kadar yürümemiz gerekiyor. Tabii hemen yerel girişimciler etrafımızı sarıp istersek valizlerimizi sınırın öteki yakasına kadar belli bir ücret karşılığı taşıyabileceklerini teklif ediyorlar. Kapıya vardığımızda rehberimiz Polise pasaportları götürüp toplu işlem yaptırıp hemen döneceğini söylüyor. Ancak polisle konuşmalarından anlıyoruz ki bir şeyler ters gidiyor. Meğer ki polis artık çıkış işlemlerinin burada değil, 4 Km geride bir bürodan yapılması gerektiğini belirtmiş. Rehberimiz şaşkın bir şekilde daha geçen hafta buradan başka bir grubu sorunsuz uğurladığını belirtiyor. Ancak hemen hatırlatıyor ki burası Meksika ve kurallar her an değişebilir!! Çaresiz gerisin geriye yürüyoruz. Şoförümüz Escobar bizi görünce çok şaşırıyor ancak yapacak bir şey yok. Polis bürosuna vardığımızda ise bambaşka bir sürpriz bekliyor. Polis bize çıkış için hepimizin online bir form doldurmuş olmamız gerektiğini bildiriyor. Oysa önceki bilgilendirmelerde böyle bir zorunluluktan bahsedilmiyordu. Büronun camına asılmış bir bildirimde belirtilen linke girmek istediğimizde hiç bir şekilde linkin açılmadığını görüyoruz. Zaten oradaki memurlar da bize Iphone’lardan bu linke girilmediğini belirtiyorlar. Peki ne yapacağız? Karşıda bir bina gösterip, oradaki bilgisayardan internet girip, tek tek bu formun doldurulması gerektiğini ifade ediyorlar. Karşıdaki bina hiçbirimize güven vermediği için grupta herkes, polisin büyük ihtimalle bir rüşvet karşılığı bu işi halledeceğini düşünüyor. Liz, utanarak Başkomisere böyle bir teklifte bulununca da polis büro içindeki kameraları gösterip, nasıl böyle bir teklifte bulunabilir diye azarlıyor. Sonradan bize duvardaki başka bir yazıyı gösterip, hepimizin manuel olarak bu förmu doldurabileceğimizi ancak kişi başı 678 Pezo ceza ödeyeceğimizi belirtiyor. Tam bir Deli Dumrul hikayesi, aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık! Çaresiz bu durumu kabul edip, manuel formları dolduruyoruz, ve ceza bedelini yandaki bir bankaya gidip, ödüyoruz. Karşılığında verilen makbuzları dahi elimizden alıp, bu usulsüz uygulama için elimizde hiçbir kanıt kalmamasını sağlıyorlar. Ancak bazılarımız ödemeyi kredi kartıyla yapıyor neyse ki… Bu işlem bizim tam iki saatimizi çalıyor, oysa daha gidecek uzun bir yolumuz var.

Guatemala tarafına geldiğimizde oradaki yerel rehberimiz yaşı geçkin ama tecrübeli bir arkadaş, hemen pasaportları toplayıp, hepsini polise götürüyor. Bu kez yine bir sorun var diye dışarı çıkıp, pasaportlarımıza vurulan damgaların çıkış değil giriş damgası olduğunu söylüyor. Meksikalıları bir kez daha hayırla yad etmeye başlıyorum. Ben iyice çöküp, herhalde turumuzun sonuna geldik diye etrafa anlamsız bakışlar atmaya başladığımda, Guatemala sınır polisi ‘Tamam tamam sorun değil Türk Amigolar ülkemize hoş gelmiş’  deyip damgayı basıyor.

Guatemalalı rehberimize otobüse bir an evvel binip, buralardan kaçalım diyorum, ancak otobüsün 2 km yukarıda bir yerlerde olduğunu söylüyor. Peki ne yapacağız? Ya yürüyeceksiniz ya da valizleri yüklediğimiz kamyonetlerle koyun sürüsü gibi otobüse kadar gideceğiz. Çaresiz durumu gruba açıkladığımda önce büyük bir panik havası ardından çaresizliğin verdiği büyük bir kahkaha tufanı kopuyor. Gerçekten de Oasis tarihinde pek çok absürd olaylarla karşılaştığımızı ancak grubun açık kamyonetlerle bir yerden bir yere transfer oluşunu ilk kez yaşıyordum. Demek ki yaşanacak daha çok deneyimimiz varmış.

 

Guatemala

 

Sınırdan yola çıktığımızda saat 17.00’ye yaklaşıyordu, daha bir 3 saat kadar yolumuz var. Yol şartları iyice kötüleşmeye başlıyor. Bir an evvel başımıza bir şey gelmeden Quetzaltenango’ya varmak istiyoruz. Bu arada yolda rehberimiz bize Guatemala ile ilgili bilgiler aktarıyor ancak grubun ilgisini en çok  devlet başkanları ile ilgili dedikodular çekiyor. Mevcut devlet başkanı Alejandro Giammattei’nin  önceleri normal bir aile reisi iken 2020’de seçildikten hemen sonra gay olduğunu açıklamış, kamuoyu önüne yeni erkek arkadaşıyla çıkmış olması  grup tarafından alkışlarla karşılanırken, rehberimiz başkanın geçen Ağustos ayındaki seçimleri kaybetmiş olmasına rağmen Ocak ayında devir teslim törenini yapmayacağını iktidarı bırakmayacağını açıklaması ise yuhalanma ile karşılanıyor. Meğer ki başkan Giammattei’nin  kartel ile içli dışlı bir ilişkisi varmış.. Ancak rehberimiz hemen ilave ediyor ki,  Guatemala’da gelecek tüm başkan adaylarının şu veya bu şekilde Kartel ile ilişkisi kaçınılmazmış. Yanii toplumun kirli siyasetçilerin elinden kurtulması çok zor. Guatemala’da ciddi bir macho kültürü var, özellikle Mezstio ( Beyaz-yerli melez) gruplar arasında hem ırkçılık hem cinsiyet ayrımcılığı çok yüksek. Zaten kendisi de bir Mestizo olan rehberimiz ve şoförümüz bu durumu kendilerinden verdikleri örneklerle teyit ediyor. Hiç bir şekilde bir Maya ile karışık evlilik yapmayacaklarını ifade ediyor.  

 

Quetzaltenango 2334 mt yükseklikte Mayaların Quiche kabilesinin en büyük kenti. Etrafı dağlarla çevrili küçük fakat sevimli bir kent. Otelimiz Bonifaz ana meydana bakan, tam bir kolonyal mimarisi ve çok büyük odaları olan bir otel. Yüksek tavanlı, bembeyaz örtüyle kaplı masaları ve ağır barok mobilyalarıyla akşam yemeğini aldığımız lokantasında, garsonların kolonyal dönemden kalma hal ve tavırları yaptıkları servis kendimizi zaman tünelinden geçip sömürge döneminde hissettirdi. Yediğimiz fırında ağır ve uzun pişmiş domuz bonfilesinin de tadı damağımızda kaldı.

 

2 Aralık

Sabah 08.00’de otelden check out edip, yürüyerek kentin meydanını,etrafındaki kolonyal dönem Belediye Sarayı ve diğer binalarla birlikte 1793 depreminde yıkılmış ve sadece ön cephesinin ayağa kaldırılmış, arkasında orjinale göre neredeyse dörtte biri kadar yeniden yapılmış Katedrali geziyoruz. Daha sonra Guatemala’nın doğal güzelliği ve yerel kültürü açısından  bence en ilgi çekici bölgesi Panajachel doğru yola çıkıyoruz.  Alaska’dan başlayıp, Arjantin Patagonyasına kadar uzanan 14.000 küsur Km ile dünyanın en uzun otoyolu Panamerikan karayoluna çıkıp bir müddet ilerledikten sonra Pasifik okyanusuna doğru Batıya sapıyoruz. 

 

Solola köyünde geleneksel Tzutuhill düğünü

 

Yine dağlar, dar vadiler ve mısır tarlaları arasından Solola köyüne doğru yol alırken sağ tarafımızda birden üç tane volkanın zirveleri ve aşağıda koyu lacivert bir göl karşımıza çıkıyor. Panoramik bir noktada durup, instagram pozları veriyoruz. Kıvrılarak inen yolu takip ederek,  Maya Tzutuhill kabilesinin yerel adetlerden vazgeçmeden yaşadığı Solola kasabasına varıyoruz. Günlerden cumartesi olduğu için kasaba meydanındaki Kilisede ardı ardına nikah törenlerine şahit oluyoruz. Tzutuhlill’lier kadınları ve erkekleri hepsi geleneksel kıyafetleri içinde kilisede nikahları izledikten sonra avluya çıkıp, önde çiçek buketleri taşıyan iki erkek çocuk arkada ise gelinliğin kuyruğunu tutan iki kız çocuğun eskortluğunda törensel yürüyüşe geçen çiftleri tebrik etmek için alkışlarla karşılıyorlar. Bir turda extra para versek bu kadar önemli bir olaya tanıklık edemezdik. O nedenle tüm grup bu spontane etkinlikten çok memnun olarak ayrılıyor. 

 

Atitlan Gölü ve Saint Juan 

 

Yolun sonunda Panajachel’e varmadan dik yamaçtan sola dönüp kıyıya indiğimizde bizi cennet gibi bir bahçe içinde otelimiz Atitlan’a varıyoruz. Hızlı bir check in ve odaların dağılımından sonra hemen otelin iskelesinden özel sürat motorumuza binip, Atitlan’ın üç güzelleri San Pedro, Atitlan, Toliman yanardağlarının görüntüsü eşliğinde Saint Juan La Laguna’ya varıyoruz.  İskeleden köyün meydanına çıkan dik yokuştan yürüyerek önce küçük bir kahve çiftliğine uğruyoruz. Buradaki kahve plantasyonunda kahve tarımı ve işlenmesi ile ilgili bilgileri aldıktan sonra meşhur Guatemala kahvesi tadımı ve alışverişini tamamlıyoruz. Köyün tepedeki meydanına kadar yürüyemeyecek olanlar 3 tekerlekli tuk tuk taksilerle yukarı çıkıyor. Burada grubumuz dörde bölünerek beş ve altışarlı gruplar halinde birer yerli Maya evine davet edilip, aileyle birlikte öğle yemeği yiyoruz. Mütevazi menülü öğle yemeğinde ailenin bireyleriyle sohbet keyifli oluyor. Daha sonra Tzutuhill kadınlarının kumaş dokuma atölyelerini ziyaret edip, yine alışveriş için serbest zaman veriyoruz. Bize aynı Türkiye’deki halı dokuma atölyelerinde turistlere sunulan türden bir demo gösteri yapıp, bizdeki halı dokumadan daha ilkel ve zahmetli bir iplik eğirme ve dokuma işlemini izledik. Tabii bu kadar el emeği yoğun bir ürünün fiyatı da o oranda yüksek oluyor. Alışveriş için serbest zamandan sonra bir an evvel cennet otelimize dönüp, göl kıyısındaki şezlonglarımızda yudunlayacağımız margaritaları iple çekiyoruz. Müthiş manzara eşliğinde uzanıp, günlerin yorgunluğunu üzerimizden atıyoruz. Akşam yemeğimizi de otelin lokantasında her biri birbirinden lezzetli  seçmeli menü eşliğinde alıyoruz.

 

3 Aralık

 

Sabah kahvaltı öncesi otelin botanik parkında kısa bir yürüyüş yapıyoruz. Otelin arkasında otel sahiplerinin villasının özel bahçesini otel misafirlerinin kullanımına açmışlar. Zaten ancak özel bir mülkün bahçesi bu kadar bakımlı olabilir. Yalnız otelin hemen yanında iki adet çevreyle uyumsuz gökdelen yükseliyor. Bu binaların sahipleri ordudan emekli generallerden bir ya da ikisine aitmiş. Tabii şaşırmıyoruz.. Guatemala ordusu yakın tarihte ABD’nin güdümünde tipik muz cumhuriyeti ordularından biri olup, uyuşturucu baronlarının kirli paralarına ortak olmuş, sadece 1940-1950 yılları arası popülist sol eğilimlisi hariç, tüm faşist darbeleri tezgahlayan askerlerin ordusudur.

Buradan gözümüz arkada ayrılıyoruz ancak daha çok yapacak işimiz, görecek yerimiz var. Yolculuk bugün, baştan itibaren tüm tur programını bu olaya denk getirmek için tasarladığımız  orta Amerika’nın en büyük pazarının yer aldığı  Chichicastenango’ya. Ardından da Guatemala’nın en güzel korunmuş tarihi kenti Antigua’ya.

 

Orta Amerika’nın en büyük pazar yeri Chichicastenango

 

Yine geldiğimiz yoldan Panamerikan karayoluna çıkıp, bir müddet sonra bu kez Doğuya saparak Chichicastenango’ya varıyoruz. Önce güzel bir kolonyal otelde mola verip, tuvalet, para değişimi vb gibi zorunlu ihtiyaçları giderip, rehberin peşinden kendimizi labirent gibi içi cıvıl cıvıl yerli ve az sayıda yabancı ile kaynayan dar sokaklardaki tezgahların arasına atıyoruz. Bu pazaryeri haftanın iki günü,  Pazar ve Perşembeleri kuruluyor. Tüm civar kent ve köylerden insanlar buraya gelip, aynı eski Maya pazarlarında takasa geldikleri gibi alışverişe geliyorlar. Önce eski Maya Güneş ve Ayı temsil eden piramit tapınaklarının üzerine kurulmuş kiliseleri ziyaret ediyoruz. İçerinin hali Meksika’daki Chamula köyündeki kiliseden farklı değil. Ancak pazar olduğu için cemaat daha büyük. Buradaki Maya köylerine pazar günleri ayin için kiralık papazlar getiriliyor ve bunlar komşu köyleri gezerek, sırayla pazar ayinlerini gerçekleşitiriyorlar.

Pazarda yok yok, bizim Tire pazarını andıran büyüklükte olmasına rağmen burada her türlü yiyecek içecek tezgahının yanında tekstil, ağaç oyma işleri, diğer otantik ürünler aslında yerli halkın ihtiyacı için satışa sunulmuş olmakla birlikte tabii biz turistlerin daha fazla ilgisini çekiyor.

Mayalı satıcılar için turist ya da yerli müşteri olmak fark etmiyor, herkese aynı fiyat çekiliyor, ancak turistler utanç verici bir şekilde daha fazla pazarlık ediyor.

Pazar olmasına rağmen ufacık kasabada yer alan 3 adet banka şubesi de açık ve nakit ihtiyacı olan bankalara hücum ediyor. Çünkü tezgahlarda hiç bir şekilde kredi kartı ve yabancı para birimi geçmiyor, sadece nakit quetzal, Guatemala’nın kutsal tüylü kuşundan adını alan para birimi geçiyor. Ancak artan quetzallar daha sonra başımız dert olup, Meksika dahil hiç bir yerde bozdurup bilindik para birimlerine dönemedik.

 

Öğle yemeğimizi yine burada bir aile evinde aldıktan sonra yola Antigua’ya doğru Pan Amerikan yolu üzerinden devam ediyoruz. Mayaların en organize yaptıkları işlerden biri köy evlerinde  turistlere öğle yemekleri vermek. Örneğin böyle bir durumu biz bir türlü Türkiye’deki köylerde gerçekleştiremiyorduk. Bunun sebebi kısmen dinin etkisi, kısmen Türklerin para karşılığında eve misafir kabul etmeyi ayıp saymalarından ileri geliyor olabilir.

 

Antigua

 

Guatemala’da toplam beş tane yanardağ var, bunların 3’ünü Atitlan Gölünün kenarında gördük, üçü de sönmüş volkanlar. 4. ve ülkenin tek aktif olan volkanı ise tam Antigua şehrinin kenarında yer alıyor. Aslında 5.sini de Meksika’dan Guatemala’ya yaklaşırken uzaklarda Pasifik kıyılarına yakın bir yerde görmüştük. Antigua’ya giderken pazar günü olması nedeniyle, Pan Amerikan yolu yoğun bir trafik yaşıyor. Yolda tuvalet molası için durduğumuz yerde bir kaç adet Amerikan tarzı BBQ ve Kızarmış tavuk lokantaları var. Hepsi tıklım tıklım yerli zengin Guatemala’lı aileler ile dolu. Otoparkta kocaman 4x4 kamyonetler ile ailece pazar öğle yemeğine gelmişler. Tabii bu kalabalık içinde ülkenin asıl sahipleri Mayalara rastlamak pek mümkün değil, çoğunluk  Metszito ve çok az sayıda da beyaz var.  

 

Antigua, ülkenin tarihi ve kültürel anlamda en zengin kenti. Kent ülkenin eski başkenti olarak 1793 depreminde yerle bir olunca, dönemin İspanyol valisi, şehri 50 Km güneye şimdiki başkent Guatemala City’ye taşımış. Ancak aradan bir 100 yıl geçtikten sonra, ülke bağımsızlığını kazandığında halk ‘Eskişehir'e özlem duyduğu için tekrar, buraya gelip canlandırmışlar. O nedenle şehrin adı Antigua olarak kalmış. 

Antigua’da Las Farolas oteline yerleşiyoruz. Odalar neredeyse evlerimizin salonları kadar büyük ve hepsi ortada ki avluya bakan bir verandaya açılıyor. Avluda bir Fransız grubuna margarita yapımı ve tadımı seansı veriliyor.  Biz ise bu güzel mekanda birer kadeh kırmızı şarapla yemeğe eşlik ediyoruz.

 

4 Aralık

Sabah yine 08.00’de oteli boşaltıp, Antigua’da yürüyüş turumuza başlıyoruz. Önce klasik ana meydana gidip, eski valilik sarayı, şimdiki Belediye Binası, Katedral ve tek sıra dükkanların ve kafelerin yer aldığı revaklı yapıları görüyoruz. Daha sonra, rehberimizin peşine takılıp, kentin zengin mahallelerini adımlıyoruz. Yüksek duvarlı ve dikenli tellerle çevrili geniş bahçelerin içinde tek katlı muhteşem villalarda ülkenin en zengin kesimi oturuyor. Zenginliğin nereden geldiği malum, genellikle uyuşturucu ticareti, rüşvet yiyen yöneticiler, siyasiler ve askerler. Ülkede bu kadar yanardağ olması nedeniyle tabii ki pek çok değerli ve yarı-değerli taşların işlenmesi ve satışı da turizm açısından önemli bir gelir kaynağı. Biz de bir Yeşim atölyesini ziyaret edip, burada tarihte Mayaların yeşim taşına verdiği öneme dair kısa bir film izledik.  Buradaki müzede gidip göremediğimiz bazı Maya tapınaklarındaki kral mezarlarında bulunmuş kafataslarındaki yeşimle doldurulmuş gözleri ve dişlerin replikalarını gördük.  Satış mağazasında ise herkes Maya takvimine göre burcunu temsil eden hayvanı öğrenip, onun yeşimden ya da başka bir değerli taşın üzerine oyulmuş takısını alarak ülke ekonomisine katkıda bulunmuş oldu.

Turumuzun sonuna doğru özel izinle ziyaret ettiğimiz eski bir manastırdan dönüştürülmüş otel, hepimizin şapkasını uçurdu. Bu kadar büyük bir tarihi yapılar topluluğunu bu kadar orjinaline sadık kalarak restore edip, otel ve ziyafet mekanları olarak kullanmak gerçekten takdire şayan. Sahibinin kim olduğunu sorduğumuzda rehberimiz, ‘çok zengin mirasyedi  bir ayyaşın teki’ cevabını verdi. Hotel Casa Santo Domingo, Dominik tarikatının kurmuş olduğu bu  manastırında hiçbir uluslararası otel zincirine yüz vermeden kendi imkanları ile dünyanın en şanslı konuklarını muhteşem mekanında ağırlıyor. Otelin özel müzesinde Mayalara ait eserler yanında çağdaş sanatçıların tarihi objelerin modern yorumunu görebileceğiniz eserleri yer alıyor. Ve bu mirasyedi ayyaş bu kadar zengin bir koleksiyonun da sahibi. 

 

Peten bölgesine uçuş

 

Öğle yemeğimizi kent merkezinde büyük bir avlunun içinde yer alan bir kaç lokantadan birinde aldıktan sonra havaalanına doğru hareket ediyoruz.  Bugün Antigua’dan Guatemala’nın Peten bölgesindeki Flores şehrine uçacağız. Uçağımız küçük pırpırlı bir uçak. Uçakta bizim gruptan başka bir Fransız grubu yer alıyor. Havaalanında neredeyse tüm valizlere Stand by etiketi yapıştırıyorlar. Sebebini sorduğumuzda ise, yer hostesleri merak etmeyin valizleriniz mutlaka gelir diyerek bizi başlarından savıyorlar. Burada bir bit yeniği olduğu besbelli ama bekleyip göreceğiz ne olacağını? Tabii Flores’e vardığımızda bizi karşılayan yer hostesi tüm grubun bavullarının, uçağın istiap haddi dolduğu için uçağa alınmadığı ve ertesi gün ilk uçakla tüm valizlerin geleceği müjdesini veriyor! Bu tür olaylar Orta Amerika ülkelerinde her an başınıza gelebilir ve kabullenmekten başka çareniz yok.  Neyse ki sözlerinde durup, gerçekten ertesi sabah saat 8.30’da valizlerimizi  otele getirdiler. Zaten getirmeselerdi, işler iyice karışacaktı, çünkü akşam üzeri bu kez başka bir ülkeye, Meksika’ya uçuyoruz. 

 

5 Aralık

 

Flores - Tikal

 

Flores’teki otelimiz Casona del Lago, ülkenin ikinci büyük gölü Lago Peten Itza’nın kıyısında, karşısında çok sevimli bir yarımadaya bakan muhteşem manzarasıyla keyifli bir otel. Gelgelelim, böyle güzellikteki bir otelde de sadece bir gece kalarak, akşam yemeği ve sabah kahvaltısı dışında pek keyfini çıkaramıyoruz. Üstelik bir de valizler gelmemişken. Buralara kadar geliş sebebimiz ise bunca zahmete değecek güzellikteki antik Maya tapınaklar bölgesi Tikal. MÖ 2 ve MS 9. yüzyıllar arasında bölgedeki Maya yerleşimlerinin tapınma alanı olarak pek çok piramit ve tapınağa ev sahipliği yapan Tikal’de, kesif bir orman örtüsü içinde yükselen taş yapılar gerçekten olağanüstü bir görüntü arz ediyor. Üstelik buradaki piramitlere çıkış da serbest. Mecburen Ay Tapınağı piramidinin 280 basamağına tırmanıp, tepeye çıktığımızda tüm bölgenin panoramik görüntüsü hepimizi büyülüyor. Buradaki yerel rehberimiz David, genç ve yetenekli bir rehber, bizi Mayalara dair çok yoğun bir bilgi bombardımana tutuyor. Ancak sıkılmadan dinliyoruz. Mayaların su yollarını kullanarak nasıl ticaret yaptıkları, geçmişte buraların çok daha bereketli ve verimli araziler olduğu ancak 9. yüzyılda karşılaşılan ve uzun süren kuraklık sonucu, Mayaların bu diyarlardan göçüp, kuzeye Yucatan yarımadasına yerleştiklerini öğreniyoruz.  Zaten biz de Mayaların izinde bugün Yucatan yarımadasında Cancun’a uçacağız. 

 

Cancun uçağımız normalde saat 17.55’te iken öğle yemeği sırasında gelen mesajla uçağın saat 16.25’e alındığını duyunca, yemekler boğazımızda kalarak apar topar havaalanının yolunu tutuyoruz. Havaalanına vardığımızda bu kez Meksika’ya nasıl gireceğiz telaşı sarıyor, pasaportlarında Schengen ve ABD vizesi olmayanlar, bu kez tekrar online üzerinden bir kez daha Meksika vizesi alıyorlar ancak bu kez o vizeyi almak o kadar zor olmuyor. Fakat Guatemala’da bizi öyle elimizi kolumuz sallayarak uçağa bindirmiyorlar! Herkes yine online bir link üzerinden çıkış formu doldurmak zorunda. Yani bu iki komşu ülkenin bize ayrılırken yaşattığı stresi dünyanın şimdiye kadar gezdiğimiz hiçbir ülkesinde  yaşamadık desem yalan olmaz.

Doldurduğumuz formlar pek kullanıcı dostu olmadığı için, hemen hemen hepimiz yanlış bir şeyler yaptıkça, bankodaki görevli kadın polis bizi ikide bir uyarıyor; ‘havaalanın adını yanlış girdiniz! ayrıldığınız şehrin adını yanlış yazdınız’ vs vs gibi gereksiz bir yığın bilgiyi doldurmamız isteniyor. Neyse ki uçakta bizden başka sadece iki kişi daha olduğu için uçak bizi almadan kalkmıyor.





Cancun, tekrar Meksika’dayız

 

Cancun'a girişimizde genelde tüm grup sorunsuz biçimde girerken, grubumuzdan iki kadın arkadaşımızI polis alıkoyuyor. Bu kez yine saçma bir bilgi eksikliğinden; birinde yanlış yazılmış doğum günü, ötekinde ise doldurulan yeni vizeyi göstereceğine heyecandan eski alınan vizeyi göstermiş olması gibi saçma sebeplerden bir yarım saat kadar gecikerek çıkıyoruz alandan.

Havaalanı stresinden sonra yine sadece bir gece kalacağımız otelimize yerleşip, fazla oyalanmadan çok güzel bir Meksika Restoranına gidip, gerek yediğimiz nachos ve fahitalar, gerek içtiğimiz margarita ve tekillalar tüm günün yorgunluğunu unutturuyor.

 

6 Aralık 

Yucatan yarımadasını kuzey-doğu’dan kuzeye,  Cancun’dan Merida’ya doğru otobüsle kat etmeye başladığımızda, rehberimiz Angel, bu düzlükte hiç bir doğal yükselti ya da tepe göremeyeceğimizi, dümdüz tropik bir ovadan başka bir yeryüzü şekliyle karşılaşamayacağımızı belirtiyor. Milyonlarca yıl önce yarısı karaya yarısı denize düşen büyükçe bir meteor nedeniyle değişen iklim, flora, fauna ( dinozorların yok oluşu bu nedenle) Yucatan yarımadasının günümüzdeki görünümüne yol açmış. Bu düzova boyunca, üzerinde seyrettiğimiz geniş otobanın yanında, henüz inşaat halinde, Yucatan’daki önemli turistik Cancun, Merida, Tulum, Cozumel ve Playa del Carmen gibi yerleri birbirine bağlayacak bir demiryolu projesini izliyoruz. Bu karayolu, demiryolu, rafineri vs gibi altyapı projeleri son zamanlarda Başkan Obrador tarafından iyice arttırılmış.  Rehberimiz Angel sıkı bir Meksika milliyetçisi olarak Başkanın ne kadar önemli işler yaptığını anlatırken, grubumuz bu tür hikayelere karnı tok olduğunu kibarca Angel’a belirtiyor. Örneğin, önemli bir petrol üreticisi ülke olarak dışa bağımlılıktan kurtulmak için ne kadar büyük rafineriler yaptıklarını filan anlatıyor ancak fosil yakıtlara yapılacak yatırımların bundan sonra boşa harcanmış emek ve servet kaybı olduğunu maalesef ıskalıyor. 

Neyse biz yine turumuza dönelim. 

 

Yemek Kursundayız

 

Bugün önce bir Maya köyüne uğrayıp yerlilerden bir yemek kursu alacağız. Mayaların geleneksel Pollo Pibil diye adlandırılan, muz yaprağına sarılarak tandırda pişirilen tavuk yemeğini deneyeceğiz.Tavuk yemeyenler için de domuz filetosu aynı yöntemle pişirilecek. Zaten bu ülkede en çok yenen et türleri tavuk ve domuz.   Uğradımız komünde önce tipik bir Maya evinin içine misafir oluyoruz.i Kabilenin şamanı bizi karşılayıp, dua, dilek dileme, varsa nazarlardan arınma gibi birkaç gündelik ritüeli bize gösteriyor. Daha sonra yemek hazırlama seansına geçiyoruz. Acentemiz, bu programı bize önerdiğinde önce pek fazla ciddiye almamıştım, eğlence olur, göstermelik bir yemek kursu deneriz ama grubun iddialı şeflerine de hafiften mahcup oluruz havasındayım. İşin gerçeği öyle değilmiş meğer, kabile üyeleri, bize giydirdikleri tertemiz önlükler, aşçı kepleri, eldivenler ve önden hazırladıkları malzemeler ile ciddi bir iş çıkarmaya başladılar. Her birimizin önüne gelen malzemeleri eğitmenler, tek tek ne işe yaradığını hangi baharat ve biber çeşitleri olduğunu açıklayarak,  eti damak tadımıza göre nasıl lezzetlendirebileceğimizi anlatmaya başladılar. Sonuçta hazırlanıp, muz yaprağına sarılan etler birer alüminyum kutuya konup, üzerine adlarımız yazılarak, tandır fırınına atıldı ve üzeri toprakla örtüldü. Artık yemekler pişene kadar günün önemli ziyaretgahı Chichen Itza’ya gidebilirdik. Yemeğimizi ziyaret sonrası dönüşte yine burada alacağız. 

 

Chichen Itza

Mexico City yakınlarındaki Teotichuacan’ı ilk gün ayağımızın tozu, 14,5 saatlik uçuşun yorgunluğu ile görmüştük ve de çok etkilenmemiştik açıkçası. Oysa Chichen Itza bu kadar ünlü olmasını hak edecek güzellikte ve zenginlikte bir arkeolojik alan. Önce bunu teslim edelim. Dün gezdiğimiz romantik Maya yerleşimi Tikal’de MS 9. Yüzyılda kuraklık başlayınca, halk yavaş yavaş kuzeye doğru göç ediyor. Dertleri su bulmak, tabii yukarıda bahsettiğim meteor etkisiyle Yucatan’da tuhaf bir şekilde yer altı mağaraları ve suları okyanus dibinden yeryüzüne doğru yükselmeye başlıyor. Oluşan depremler, yer kaymaları gibi jeolojik etkenler nedeniyle, okyanus suları çekilip, yer altı mağaraları yüzeye çıkınca, buraya düşen aşırı yağışlar nedeniyle, obruklar tatlı suyla dolmaya başlıyor. Meksikalılar bu obruklara Cenote diyorlar. Bunlardan birisini programda olmamasına rağmen yarın uğrayacağız. 

Buralarda zaten var olan Toltek yerleşimine bir de Mayalar ortak olmaya başlayınca, Tikal’de başladıkları kültürlerini burada daha da zenginleştirerek devam ediyorlar. Bereketli toprak üzerinde bol su zaten onların Yağmur Tanrısından istedikleri tek şey. O nedenle kurban kültürüne devam edip, burada büyük bir alanda tutsaklarla kralın askerleri arasında bir nevi ‘Kelle Koparmaca’ oyunu için büyük bir alan hazırlıyorlar. Ola ki askerden de ölen olursa onları da eğitim zayiatı kontenjanından Tanrılarına kurban etmiş oluyorlar. Şehit edebiyatı evrensel bir hikaye demek ki…:) 

Meksika’nın arkeolojik alan korumasında daha gidecek epey bir yolu var… sokak satıcıları maalesef tüm ören yerinde karşınıza çıkıyor. Bu da kültürel mirasın korunması anlamında hoş bir durum yaratmıyor tabiatıyla.

Öğle yemeğinde herkesin pişirdiği gerçekten önüne geliyor ve iştahla yemeklerimizi yiyoruz. Tabii herkes en lezzetli yemeğin kendisinin pişirdiği olduğunu söylüyor birbirine. Yapacak bir şey yok, grupta herkes şef…

 

İzamal

 

Chichen Itza’dan sonraki durağımız tur kitapçığımız ve duyurumuzdaki görseli bulunan San Antonio Manastırıının yer aldığı ve Sarı Şehir olarak anılan İzamal şehri. Artık gidilmese olmaz tabii… Ama gittiğimize de değdi bence. Çok küçük bir o kadar da sevimli bir kasaba. İyi korunmuş kolonyal bir mimari ve tabii ana meydan da eski bir Maya Tapınağı temeli üzerinde yükselen Manastır. Çok etkileyici geniş bir avlusu var, arka tarafta da çocukların top oynadığı bahçesi var. Son derece sakin ve huzurlu bir ortamda halkının sanki dünyadan el eteğini çekmiş kendi içinde huzuru bulmuş duygusuna kapılıyorsunuz. Papa 2.Jean Paul zahmet edip, bu kasabaya kadar gelip, Manastırı ziyaret etmiş. Zaten o geliyor diye tüm binaları sarıya boyamışlar, nedense?

Akşam konaklayacağımız Valladolid varıyoruz. Yemeğimiz ise dışarıda eski bir Manastırın tam karşısında güzel bir aile lokantasında. Sahibi genç arkadaş, böyle bir yabancı grubu ağırlamaktan çok memnun, tabaklarımız boşaldıkça yenisini getirerek ve bizi hazırladığı muhteşem margaritalarla iyice şımartıyor.

 

7 Aralık

Sabah kısa bir şehir turu yapıyoruz. Artık turumuzun sonuna doğru, bu tür kolonyal kentlerde bıraksan yolumuzu bulacak durumdayız. Şehrin ana meydanı, belediye binası, kilisesi ve revaklı tek sıra yapılarda dükkanlar. Ancak İspanya’nın Valladolid kentinden gelen göçmenlerin kurduğu bu kentin özelliği ise aynı Mexico City’deki Ulusal Saray duvar resimlerinde Diego Rivera’nın betimlediği Meksika tarihinin önemli olayları gibi burada da yerel sanatçılar bu kez kendi kentlerinin önemli tarihi olaylarını duvarlara resmetmişler. Maksat okuma yazma bilmeyen halka tarihlerini öğretmek. Bizim gibi zenginlerde okuma zahmetinden kurtulup rehberimizin açıkladığı resimlerden Valladolid’in  tarihini bir çırpıda öğrenivermiş olduk. Daha sonra da şehrin pazar yerini gezip, binbir çeşit baharat, biber sosu vs gibi Meksika Mutfağının olmazsa olmaz girdilerini buradan tamamlamış olduk.

 

Cetoneler

Günün bundan sonrası önemli çünkü önce yol üzerinde programda olmamasına rağmen  bir Cetone göreceğiz. Hatta çoğumuz yanımıza mayolarımız aldık, o güzelim serin sulara dalacağız. Daha sonra ise son ve önemli bir Maya yerleşimi Tulum kentini ziyaret edeceğiz. Uğradığımız cetone bir özel mülk. Bunlardan Yucatan yarımadasında toplam 8000 civarında olduğunu söylüyor rehberimiz. Oturup sayacak değiliz ancak gerçekten yol boyu, sürekli bu obrukların tabelaları ile karşılaşıyoruz. Mağaranın girişinde tepedeki açıklıktan gün ışığı içeri sızıyor ve derinlerde bir yerde oluşmuş göletin masmavi suları gözlerimizi kamaştırıyor. Dik bir merdivenden aşağıdaki ahşap platforma inince gerçekten bambaşka bir ortamdayız, adeta bilim kurgu filmindeymişiz gibi bir hisse kapılıyoruz.  Artık bundan sonra yapılacak iş hiç beklemeden sulara dalmak. Biz de öyle yapıyoruz. Gruptan bir arkadaşla birlikte yüksek bir traplene çıkıp, oradan suya kendimizi bırakıyoruz. İşte bir nevi arzın merkezine dalış bu olsa gerek. Ölmeden önce yapacağımız 10 önemli işten birini bu atlayışla gerçekleştirmiş oluyoruz.

 

Tulum

 

İşte turumuzun son kültür durağı Tulım’dayız. Yaklaşık yirmi küsür sene önce bir gemi turuyla geldiğimde sadece bir arkeolojik ören yeri iken şimdi neredeyse koca bir kent olmuş. Son yıllarda Batı entelijansiyası Tulumu saklı cennet olarak iyice hormonlu bir turizm merkezine çevirmiş meğerse. Otel fiyatları, yemek fiyatları ve dükkanlar sadece seçkin okur-yazar takımına hitap eder hale gelmiş. Ancak tabii ki arkeolojik alan hala çok etkileyici, denize yukarıdan bakan bir konumda saray kalıntıları, tapınaklar ve diğer idari binaların çoğu düzgün bir şekilde restore edilmiş.  Ziyaretçilerin çoğu zaten burayı ‘en instagrama uygun’ yer olarak gördükleri için geliyorlar herhalde. Selfie çekenlerden, denize nazır poz veren geçen kızların önünden yürüyüp gitmek bayağı bir maharet gerektiriyor.

Sonunda Tulumu tamamlayıp turumuzun son iki gününü dinlenerek ve Karayip denizinin güneşinden, kumundan, tuzundan yararlanmak için kendimizi Playa del Carmen oteller bölgesindeki Ocean Riviera Paradise Resort otele atıyoruz. Bu bölgedeki oteller, aynı bizim Güney sahilleri gibi All Inclusive sistemle daha çok Amerika, Kanada ve Avrupalı tatilcilere hizmet veren devasa tatil köyleri. İçinde bir çok restaurant, cafe, bar vs gibi imkanların olduğu bu otelde normal şartlarda bizim gibi bir grubun pek mutlu olması beklenemezdi ancak, 10 gün boyunca  toplam 9 otel değiştirerek o kadar yoğun tempoda bir tur yapmıştık ki, buradaki iki günlük dinlence herkesin hoşuna gitti.

 

9 Aralık

 

Dönüş uçağımız Cancun Havaalanından saat 14:15’te. THY uçağı İstanbul’dan direk Mexico City’ye indikten sonra, oradan yolcusunu alarak Cancun’a geliyor ve buradan da havalanarak 11.5 saatte İstanbul'a dönüyor. Bir kez daha Meksika’dan çıkış sendromu yaşamayı beklerken, bir de ne görelim? Cancun havalimanında çıkışta bırakın form filan doldurmayı, polis ve pasaport kontrolü bile yok. Bu da bize Meksika bürokrasisinin son sürprizi olmuş oldu.

 

10 Aralık 

 

Nispeten kısa ve fakat, rahat bir yolculuktan sonra sabah saat 10.35’te Istanbul havalimanına varıyor,  güzel anılarla bir turumuzu daha tamamlıyoruz.