Japonya Nara-Osaka

NARA-OSAKA,

Tarihin başladığı ve bittiği topraklar…

 

Japonya turumuzun sonuna yaklaşırken bugünkü rotamız Nara ve Osaka. Kyoto’dan ayrılmadan önce yol üzerinde kentin yaklaşık 12 Km batısında yer alan Arashiyama bölgesinde Bambu Ormanlarını ziyaret ediyoruz. Arashiyama  ‘Fırtına Dağları’ anlamına geliyor. Kyoto’ya gelen turistlerin uğramadan edemediği bir bölge. Hem doğası, hem tapınakları hem de tabii yoğun Bambu ormanları ile görülesi bir yer. Buraya Kyoto’dan trenle veya belediye otobüsüyle de gelmek mümkün. Tur otobüslerinin park  ettiği yerden ormanlık alana, pek çok lokanta, cafe, bar, hediyelik dükkanların arasından geçerek varıyorsunuz. Ormanda çok sık ve yüksek bambu ağaçları arasından yürüyerek peri masallarında görebileceğimiz türden bir kapılar topluluğuna varıyoruz. Burası Fushimi-Inari-Taisha Mabedi. Girişinde aynı bambu ağaçları sıklığında bu kez turuncu renkli mabet kapıları sıralanıyor. İçinden geçerken adeta bir tünelden geçer gibi hissediyorsunuz. Burası da bir Zen Mabedi. Türkiye’de Camiye halı hediye etmek gibi burada da mabede bir kapı hediye etme geleneği varmış. O nedenle kutsal alana varıncaya değin binlerce kapının arasından geçiyoruz. Oysa tapınağın kendisi son derece basit ve sade bir yapı. 

 

Arishiyama’dan ayrılıp güneye doğru yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra ülkenin en eski başkenti Nara’ya varıyoruz. Modern Nara kentinde görmeye değecek hiçbirşey yok, hatta çok da kişiliksiz bir modernleşme yaşamış diyebiliriz. Oysa Nara 8.yüzyılda ülke henüz Çin ve Budizm etkisine girdikten sonra İmparatora başkentlik etmiş bir kent. Yeni tanıştığı Çin İmparatorluğundan sadece dini olarak değil, aynı zamanda kültürel olarak da alfabeden, edebiyata, görsel sanatlardan-plastik sanatlara etkilenmiş Japon halkı. UNESCO Listesindeki Nara Ko-en Parkı’na vardığımızda daha otobüsten inerken ceylanların hücumuna uğruyoruz. Burası Şintoizmden gelen Geyik Tanrısının kutsal alanı. O nedenle binlerce ceylan yavrusu  ortalıkta serbestçe geziyor. Ziyaretçiler aynı bizim Yeni Camii avlusunda güvercin besler gibi geyiklere yem alıp serpiyorlar. Parkın içinden yürüyerek ağaç malzemeden hiç çivi kullanılmadan inşa edilmiş devasa Todai Ji Tapınağını ziyaret ediyoruz. Buranın girişi de merdivenleri de, kapıları ve içindeki dev Buda Heykeli de Big in Japan şarkısını hatırlatacak derecede görkemli. Tabii büyüklükte özellikle Tayland’daki heykellerle yarışamaz ama buradaki Buda’nın da yüksekliği 16 metreye varıyor ki, yanına gittiğinizde kendinizi bayağı ezik hissediyorsunuz.

 

Parkın içinden yürüyerek ya da otomobil ile biraz daha yukarıda yer alan Kasuga Taisha Şinto Tapınağına gidiliyor. Tapınağa pek çok taş fenerin yer aldığı ağaçlı bir yoldan çıkılıyor. Önemli festivallerde akşamları bu fenerlerin içinde mum yakıyorlarmış, tahminen çok egzotik bir görünümü vardır gece fenerler arasından bu patikada ilerlemenin. Nara’dan sonra Japonya’daki son durağımız Osaka’ya varıyoruz.  Üç gün boyunca Japonya’nın sakin doğal ve kültürel zenginliklerine tanık olduktan sonra Osaka’nın yoğun yapılaşması ve kalabalığı ürkütüyor. Osaka Tokyo kadar olmasa da yine yüksek binalar, mağazalar, geniş caddeler ve köprüler kenti. Tam ortasından akan Yodo nehri kentin kendi adıyla anılan körfeze dökülüyor. Osaka Tokyo’dan sonraki ikinci büyük kent ve ticari liman. Akşam üzeri kentin en kalabalık yaya bölgesi olan Nanba ile Shinsaibashi arasında uzanan çarşıyı gezdik. Burası bizim Mahmut Paşa gibi bir yer.. Neyse ki böyle yerler Japonya’nın bir uzakdoğu ülkesi olduğu gerçeğini kanıtlıyor. Yudo nehri ve ve paralelindeki su kanallarında teknelerle gezen Çinli turistler şampanya içip selfi yaparak kentin zoraki turistleri olarak keyfini çıkarmaya çalışıyorlar.

 

Osaka’ya giderken uzaktan gördüğümüz Kobe Japonya’nın yabancılara oturum izni verilmiş ilk kenti. Ayrıca dünyaca ünlü dinlendirilmiş sığır etiyle tanınıyor.  Osaka’da adım başı Kobe Eti satan lokantalar görüyoruz. Ancak Kobe eti çok pahalı bir et, onun yerine sıkıştırılmış et parçalarından yapılmış steakleri Kobe Steak diye ucuza satan lokantalar da mevcut. 

Akşam yemeğimizi Shinsaibashi ( bashi Japonca’da köprü demek)  köprü başında yer alan dev bir binanın 11.katında yer alan Sutamino Taro lokantasında Suşi büfesi ve Yakunuki ( Japon Barbeküsü) şeklinde alıyoruz. Yanında da iyice soğutulmuş kadehlerde buz gibi Sake içerek yemeğin hakkını veriyoruz.

 

Osaka’lılar Japonya'nın diğer tarihi  kentlerindeki Emperyal Sarayların kendi şehirlerinde olmamasına alınganlık gösterip, kentin zenginlerin sponsorluğuyla bir zamanlar olduğu varsayılan yere koca kale inşa etmişler. Basbayağı etrafına hendekler kazıp, içine su doldurmuşlar ve devasa kaya kütlelerinden surlar yapmışlar. Ortasına da çok katlı bir şato inşa edip, ataları samuraylarin bir zamanlar burada ikamet ettiğini de dünya aleme ilan etmişler. Şato’nun içi Osaka  Kale Müzesi ve üst katlara asansörle çıkılıyor. Ancak iki kat boyunca sergilenen dijital video gösterimleri Japonların geleneksel Gölge Tiyatrosunun en modern versiyonu olarak Osaka’nın tarihini anlatıyor.

Japonların yükseklik merakı Osaka’da  Umeda Asma Bahçeleri Binalarında tezahür etmiş bu kez. İkiz gökdelenler ve birbirine çevreleyen açıkhava terasından tüm kenti ve civarını 360 derece izleyebiliyorsunuz. Son olarak da Kaiyuken Akvaryumunu ziyaret edip, adaları çevreleyen okyanusların zengin canlı çeşitlerini izleyerek Japonya seyahatimizi tamamlamış olduk.  Ertesi sabah Osaka’nın okyanus üzerinde inşa edilmiş Kansai Havalimanından havalanarak güneşin yükseldiği toprakları terk ettik.